Toplum işte böyle yozlaştırılıyor
Anneler, babalar, sevgililer...
günleri gibi özelleştirilmiş zamanları, sahtekârlık kokan ve tamamen yüzlerin ve davranışların maskelendiği uyduruk yakınlaşmalar olarak görüyorum.
“Anneler günü” Batı kaynaklı bir uydurmadır.
Amerikalı Anna Jarvis’in 1907’de başlattığı “Anneler Günü” oyununa kanan Müslümanlar kelimenin tam anlamıyla, korkunç bir tüketim çılgınlığı sergiliyorlar.
Anneler, babalar ve sevgililer günleri gibi uyduruk günler aldatmacasıyla, yeryüzünde Müslümanların sergiledikleri tüketim çılgınlığı, değerlerimizden ne kadar uzaklaştığımızın net bir göstergesi oluyor.
Dinimizin, “Cennet annelerin ayakları altındadır” mesajını hakkıyla algılayamayan toplum, “bir günlük anneler günü” saçmalığı ile hem maddi, hem de mânevi kayıplara mâruz kalıyor.
Geçtiğimiz yıl, “Anneler Günü” öncesindeki iki günde kartlı ödeme sisteminde, 195 trilyon liralık harcama yapıldığı açıklanmıştı.
Bu rakama nakit yapılan harcamalar da eklendiğinde “Anneler Günü” için 400 trilyon liralık tüketim gerçekleştirildiği tahmin ediliyor.
Kapitalist zihniyetin tüketimi artırmak için başvurduğu tuzağa kapılarak, “Anneler Günü”nde hediye almayı meziyet sayan Türkiyeli Müslümanlar, İslâm’ın annelere yönelik öğüt ve emirlerini maalesef bilmezden geliyorlar.
İslâm’da, “Cennet anaların ayakları altındadır” prensibi esas olmasına rağmen, son yirmi yıldan bu yana Türkiye’de:
Huzur evlerine, ihtiyarlar yurtlarına, kimsesizler yuvalarına yatırılan yaşlıların sayısı yıldan yıla artıyor.
Evlenen gençler oturdukları evlerde anne-babalarını barındırmıyor.
Gençlerin çoğu bayramlarda bile anne-babalarını ziyaret etmiyor.
Bakıma muhtaç olup da ilgi ve alâkadan mahrum onbinlerle anlatılabilecek anne-babalar var.
Örnekleri daha da çoğaltabiliriz.Anne-babalar “SığınmaEvleri”nde evlât, torun kokusuna hasret ömürlerini tüketirlerken, çocukları da kıytırık ne idiğü belirsiz uydurma “bir günde” aldıkları sözüm ona “hediye”lerle “gün” kutluyorlar.
Psikologlar bilhassa anne-babasını huzur evi (Sığınma evi)ne yatıran çocukların, “anne-babalar günü”nde aldığı hediyelerle suçluluk duygularından kurtulma gayreti içinde olduklarını zikrediyorlar.
Bazı alışveriş merkezleri tüketim tapınağı gibi, tüketim çılgınlığını körüklemek için böyle “uydurma günler”de sabahlara kadar açık kalıyor, daha çok gelenler olsun, artsın eksilmesin, gidenlerin yerine yenileri gelsin diye eğlenceler düzenliyorlar.
Kadını şehvet metaı olarak gören zihniyet, kadının “ana”lık özelliğini senede bir güne hapsediyor.
Böyle bir davranış “ana”larımızı kahrediyor.
Aslında mâlum zihniyetin analarımızı mutlu kılmak gibi bir gayesi yok; bunlar materyalizmin goygoycuları.
Goygoycular haydutluk yapıyorlar.
Toplum da değneklere takılmış, eğlendiren karagözler gibi oynatıldığının farkında değil.
Böyle bir aldatılmışlık dinimizde yok, kültürümüzde yok, mâzimizde yok, insanlarımız aldatılmışlığın farkına varabilirlerse atimizde de olmayacak.
Ebeveynlerimiz “senede bir gün” şarkılarında terennüm edilen şekliyle değil her gün anne-babalarımızdır.
Onlara yaşadıkları müddetçe “of be” diyenler cehennemdeki ateşlerini üflemiş olurlar.
Aklı başında her mü’min ana-babaya hizmette ve hürmette asla kusur etmezler.
Onlara hürmet ve hizmet eksikliğini büyük günah bilirler.
Onların ayaklarının altındaki cennet anahtarlarını asla kaybetmek istemezler.
Küçük iken de, büyüyünce de ana-babaya muhtaçlığın idraki içindedirler.
Hepimiz küçük iken onların bakımına, büyüyünce de duâlarına muhtacız.
Anne-babanın duâsı yerine bedduasını alanlar “Anneler Günü”ndeki küçücük bir “hediye” ile ne kazandıklarını zannnederler ki.
Ana-babalarımızın küçük iken bakımına, büyüdüğümüzde duâsına, öldüklerinde de hayırla yâdedilmelerine muhtacız.
Bu ihtiyaç bizimdir; anne-babalarımızın değil...
Öyle ise, ihdas edilen kıytırık günler kıytırıkların olsun; bizler anne-babalarımızı başımıza tac, sıkıntılarımıza ilâç, felâha ermemize duâcı yapalım.
Her gün onlar bizim ayrılmaz parçalarımız olsun.
Elhamdülillah, bizim için öyledir de..
Soru: Anneler günü ile alâkalı olarak neler yapmamız gerekir?
Annelere duyulan sevgi ve saygıyı belirtmek için her yıl mayıs ayının ikinci pazarı, anneler günü olarak kutlanır; yılın annesi seçilir.
Gerçi biz Müslümanlara göre sadece mayıs ayının ikinci pazarı, anneler günü değil; yılın her günü, anneler günü; zamanın her anı anneler anıdır. Çünkü annemiz bizi, nice zahmetlerle dokuz ay karnında taşıyan, doğuran, büyüten, bize en yakın insandır. Tabii ki sadece bir gün onları hatırlamak yeterli değildir. Gene de hiç yoktan iyidir.
Çünkü bu vesile ile hiç olmazsa; Cennetin ayaklar altına serildiği, çocuğunu zahmetle taşıyan, zahmetle dünyaya getiren o yüce varlığı, şefkat kahramanlarını ana-babalarını tamamen ihmal eden günümüz çocuklarına sene de bir kere de olsa, hatırlatma imkânını bulmuş oluyoruz.
Annelerimiz-babalarımız bizden, yaptıkları fedakârlığın ve besledikleri sevginin karşılığını asla beklemezler. Onlara karşı saygılı olmamızı isterler. Çocukları uğruna nice zorluklara katlanan, hatta hayatını bile hiç düşünmeden feda eden anneler-babalar, en çok değer verdikleri insanlardan, yani çocuklarından gelecek bir armağanı, daha doğrusu onları hatırladığımızı gösteren ufacık bir ipucunu bekliyor.
Siz de yaşamınızda her şeyini hiçbir karşılık beklemeden size veren, o en çok sevdiğiniz varlığa onu hatırladığınızı gösterin. İyi insan olmamız, başarılı olmamız onlar için bir onurdur, bir gururdur. Başarılı ve iyi bir insan olmaya çalışmak annelerimize-babalarımıza verebileceğimiz en güzel hediyedir.
Maalesef anneyi “anneler günü”nde, babayı “babalar günü”nde, sakatı “sakatlar yılı”nda, çocukları “çocuklar yılı”nda, hatırlayan çok acaip bir toplum olduk.
Halbuki ana gibi yâr bulunur mu hiç? İnsanların ALLAH (c.c.) kelâmından sonra en çok kullandıkları kelime ana kelimesidir. Böyle olmasına rağmen ana’yı “anneler günü”nde hatırlıyor olmak bitmişliğin en büyük emaresidir.
Yaratılmış dört varlığın dışında ana karnında bulunmaksızın çıkan hiçbir varlık yoktur. Bu dört yaratılmış varlık:
1- Hz. Adem (A.S.),
2- Hz. Havva vâlidemiz.
3- Hz. Sâlih (A.S.)’ın devesi.
4- Hz. İsmail (A.S.)’ın koçu.
Bunlar dışında her yaratılmış varlık ana karnıyla irtibatlıdır. Yumurtadan çıkanlar, yumurtayı ana/dişi yumurtlar, erkek değil.
Tohumdan çoğalanlar da toprak ana’nın marifetiyle çıkarlar. Ana’nın şakası olur mu hiç? Elbette olmaz! Hz. Musa (A.S.)’ın Cennetteki komşusu, anasının duâsını alan bir kasaptır.
Sufilerden Bilâl Havvas diyor ki: Çölde yürüyordum. Yanımda biri belirdi. Hızır olabileceğini düşündüm. Sonra bu zata:
-ALLAH (c.c.) için söyle! Sen kimsin? dedim.
-Hızırım, dedi.
-Seni görmeme vesile olan amelim nedir? dedim.
-Annene yaptığın iyiliktir, diye cevap verdi.
Neslin selâmeti için devlet ve millet olarak üç kesime çok önem vermemiz şarttır: 1- Ana. 2- İmam. 3- Öğretmen.
Bu üç varlığı tartışılmaz bir otorite ve saygıya muhatap kılmalıdır. Aralarındaki dengeyi ve ilişkiyi iyi kullanmalıdır.
Atalarımız: “Beşiği sallayan el, dünyaya hükmeder” demişlerdir. Ve Ana, ecdadımızda olması gereken yerde bulundurulmuştur.
Güzel örneklerden biri şudur: Osmanlı Devleti’nin yeni kurulduğu sıralarda idi. Yusuf isminde bir Osmanlı çocuğu kırda sahipsiz bir kuzu buldu. Eve getirdi. Annesiyle aralarında şu konuşma geçti:
-Oğlum bu kuzuyu nereden buldun?
-Kırda başı boş buldum, aldım ve getirdim.
-İyi yaptın! Kurttan, canavardan korudun! Lakin bunun bir sahibi olmalı. Bul sahibini, ver kuzusunu.
-İyi ama sahibini nereden bulayım ana?
-Obamızı dolaş. Bizimkilerin değilse Rum komşularımızındır. Nerede bir koyun melerse kuzu onundur.
Yusuf, kuzuyu götürdü. Rum topraklarında meleyen bir koyun buldu. Kuzuyu o koyunun yanına saldı. Koyun sahipleri o çocuğa sordular. Yusuf, olanları anlattı. Kendilerinde bu hâli göremeyen Rumlar, Müslümanların bu ahlâk anlayışlarına hayran kaldılar. Bu hâdisenin önemi şuradadır: Kuzu sahibi meşhur Köse Mihal imiş. Müslüman Türk anasının çocuğuna verdiği terbiyeye, çocuğun da annesine itaatine, dolayısıyla bu milletin ahlâkının safiyet ve metanetine hayran kalan Mihal bey, bundan sonra Müslüman olup Osmanlı idaresine geçip büyük hizmetler yapmıştır.
Ana, ana, ana... ALLAH (c.c.) kelamından sonra en çok kullanılan kelime: Ana, başa taçtır; her derde de ilâçtır. Evet “Ana başa taç imiş, her derde ilaç imiş...” Sadece bu günde değil de, her günde onların kıymetini bilelim.
İster uzağında ister yakınında olalım, annemizle-babamızla ilgilenmeyi ihmal etmemeliyiz. Belki bir demet çiçekle, belki ufak bir hediyeyle, ya da her zaman gülen bir yüzle sevindirin annenizi-babanızı. İnsan ancak mahrum kalınca anlıyor sevginin değerini... O yüzden bugün, yarın, her zaman “Seni çok seviyorum...’’ diyebilin annenize-babanıza.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in Abdullah b. Abbas (R.A)’den rivayet edilen:
“Cennet annelerin ayakları altındadır”(El-Askalanî, Lisanu’l-mîzan, 6/128) hadis-i şerifini unutmayalım.
Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde anne-babaya iyilik, ALLAH Teâlâ’ya ibadet ve kulluk ile birlikte zikredilir, anılır. Birçok ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, ALLAH Teâlâ’ya ibadet ve kulluk etmekten hemen sonra, anne-babaya itaat ve iyilik etmenin emredilmesi, anne-baba hakkının büyüklüğünü ve ikinci derecede bir ibadet anlamı taşıdığını göstermektedir.
Yine ALLAH Teâlâ’ya şirk, ortak koşma yasağından hemen sonra anne-babaya iyilik etme emredilmiş, üf bile denilmesi haram kılınmıştır. Çünkü insanda ALLAH Teâlâ’nın hakkından sonra anne-babanın hakkı vardır. ALLAH insanın yaratıcısı, anne-baba da bu yaradılışın sebepleridir. İnsanı yaratan, besleyen, rızıklandıran ALLAH; özenle büyütüp yetiştiren, eğiten, şefkatle koruyan anne-babadır.
Kişinin ilk karşılaştığı, ilk terbiye aldığı kimseler anne-babasıdır. Önce onlara iyi davranması gerekir. Çünkü görüldüğü üzere Mevlâ Teâlâ, ana-baba hakkını büyük tutmuştur. Ulema şöyle demiştir: Kur’an-ı Kerim’in birçok yerlerinde üç şey, iki şeyle beraber zikredilmiştir ki, biri olmadan diğeri tam olarak kabul edilmez.
1- “De ki, ALLAH’a itaat edin, Resulü’ne de itaat edin.” (Nûr süresi:54) Yani Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz’e itaat etmeden, O’nun emirlerini tutup yasaklarından kaçmadan, ALLAH Teâlâ’ya itaat kabul değildir.
- “(Ey insan! Önce) bana, sonra da anne-babana şükret (Lokman sûresi: 14) (teşekkür et, onların hakkını gözet, itaat ve iyilikte bulun, dua et).” Bu sebeble, ana babasına teşekkür etmeyen, ALLAH Teâlâ’ya şükretmiş sayılmaz. ALLAH hakkından sonra ana-baba hakkı gelir.
3- “Namazı hakkıyla kılın, zekâtı da verin.” (Bakara süresi:23) Yani zekât vermeyenin namazı, tam makbul olmaz.
Böyle olunca, anneye itaat, babaya itaat ALLAH’a itaat olarak değerlendirilmiştir. Niye anne-babaya itaat ediyoruz? Rabbimiz emrettiğinden dolayı. Öyleyse anne ve babamıza itaatimiz ile ALLAH’ın bir emri yerine gelmiş oluyor.
Fıkıh Usulü ilminde şu kaide tesbit edilmiştir: Bir şeye emir, zıddının haram kılınmasını gerektirir. O halde “ana-babanıza iyilik edin” emri, “onları asla incitmeyiniz” yasağını da gerekli kılar. Yani ana-babayı incitmek o kadar haramdır ki, akıl ve hayale getirilecek şey değildir. Onlar hakkında ancak ihsan vazifesi düşünülmelidir ve ancak o yapılmalıdır. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak:
“Rabbin, sadece Kendisine ibadet, kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, sakın kendilerine “üf” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) merhamet et” diyerek dua et. (İsra süresi:23-24)
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu (hamileliğin getirdiği) nice sıkıntılara, güçlüklere katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce Bana, sonra da ana-babana şükret (teşekkür et) diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır” (Lokman sûresi: 14) buyurmuştur.
Bakın! İlk ayet-i kerime ne güzel beyan etmiş. “Üf bile demeyin”. Değil öyle emrine karşı gelmek, söylediklerini yapmamak, üzmek; gönlünü kıracak şekilde üff bile demeyin. Bir kış gününde aynanın karşısına geçerek bir üff deyin bakayım. Aynanın yüzünde buhar meydana gelir. Kendinizi göremezsiniz. Yani anne-babanın gönülleri aynadan daha hassastır. Bu sebeble anne-babalarına üf diyenlerin, anne-babalarının gönül aynaları buharlanır da ALLAH’ın rahmetini göremezler.
Şair “gönül bir aynadır, toz istemez” demiş. Anne-babaların gönlü, diğer insanların gönlü gibi de değildir. Onların gönülleri daha hassas olur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:
“ALLAH Teâlâ’ya ibadet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve ellerinizin sahib olduğu köle, cariye, hizmetçi ve işçi gibi kimselere iyilik edin. Bunları yaparken mütevazı olun, güzel sözlü davranın. Çünkü muhakkak ALLAH Teâlâ, kendini beğenen ve daima böbürlenen, övünen kimseyi sevmez.” (Nisa sûresi:36)
RESUL SARICA / ABD.
ÇOK DEĞERLİ GEÇİRDİNİZ
Tekrar beklerim… Selam ve DUA ile
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder