|
İslam Avrupa'nın İkinci En Büyük Dini
Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam hızlı bir yükseliş içerisindedir ve bu yükseliş özellikle birkaç yıldır daha çok dikkat çekmektedir. Son yıllarda 'Avrupa'da İslam'ın yükselişi', 'Müslümanların Avrupa'daki konumu', 'Avrupa toplumları ve Müslümanlar arasındaki diyalog' gibi ana başlıklar altında toplanabilecek pek çok tez, araştırma ve makale yayınlanmıştır. Akademisyenler tarafından hazırlanan bu yayınların yanı sıra medya da, İslam ve Müslümanlar konusunu oldukça sık ele almıştır. Bu ilginin temelinde hiç şüphesiz Müslümanların sayısının gittikçe artıyor olması yer almaktadır. Üstelik bu artış iddia edildiği gibi yalnızca Müslüman ülkelerden Avrupa'ya yaşanan göçten kaynaklanmamaktadır. Elbette bu göçlerin de Müslüman nüfusun artışında önemli bir etkisi vardır, ancak pek çok araştırmacının bu konuya yönelmesindeki asıl sebep, din değiştirip Müslüman olmayı tercih edenlerin sayısındaki artıştır.
Avrupa toplumları içinde İslam'ı seçerek din değiştirenlerin gittikçe çoğalmasını ilgi ile takip eden kurumlardan biri, merkezi Vatikan'da bulunan Katolik Kilisesi'dir. 1999 yılının Ekim ayında yapılan Avrupa Katolik Kiliseler Toplantısı'nın ana gündem maddesi yeni milenyumda kilisenin hangi pozisyonda olacağını değerlendirmekti. Toplantıya katılan hemen hemen tüm din adamlarının asıl olarak üzerinde durdukları konu ise İslam'ın Avrupa'daki hızlı yükselişi oldu. Toplantıda yapılan konuşmaları sayfalarına taşıyan National Catholic Reporter dergisinin verdiği habere göre, bazı radikal kişiler, Müslümanların Avrupa'da güçlenmesini engellemenin tek yolunun İslamiyet'e ve Müslümanlara karşı hoşgörüden vazgeçmek olduğunu belirtirken, daha objektif ve tutarlı olan kişiler de her iki dinin de mensuplarının aynı Allah'a iman ettiklerinin dolayısıyla bu iki din arasında herhangi bir çatışma veya mücadelenin söz konusu olamayacağının altını çizmişlerdir. Öyle ki toplantının Almanca olarak yapılan bir oturumunda, Almanya Kardinali Karl Lehmann, "İslam'da, pek çok Hıristiyanın tahmin ettiğinden çok daha fazla çoğulculuk vardır" diyerek,76 radikallerin İslam ile ilgili öne sürdükleri iddialarında doğruluk payı olmadığını söylemiştir.
|
|
Kilisenin yeni milenyumdaki yeri belirlenirken Müslümanların hangi konumda olacağının dikkate alınması, aslında çok yerinde bir değerlendirmedir. Çünkü Birleşmiş Milletler'in 1999 yılında yaptırdığı bir araştırma, Avrupa'da Müslüman nüfusun 1989 ile 1998 arasında %100'den daha büyük bir hızla arttığını göstermektedir.77 Bugün Avrupa'da, 3.2 milyonu Almanya'da, 2 milyonu İngiltere'de, 4-5 milyonu Fransa'da, diğerleri de başta Balkanlar olmak üzere Avrupa geneline yayılmış yaklaşık 13 milyon Müslüman yaşadığı bildirilmektedir.78 Ve bu rakam Avrupa nüfusunun %2'sinden fazlasını oluşturmaktadır.
Avrupa'daki Müslümanlarla ilgili yapılan araştırmaların ortaya koyduğu bir başka gerçek daha vardır: Bir yandan Müslümanların sayısı artarken, bir yandan da Müslümanlar arasında dini bilinçlenme de yaşanmaktadır. Fransız Le Monde gazetesinin Ekim 2001 tarihinde yaptırdığı bir ankete göre Avrupa'daki Müslümanlar, 1994 yılında yapılan araştırmaya oranla daha çok namazlarına devam edip daha çok camiye gitmektedirler, oruç tutanların sayısı da 1994'e oranla çok daha fazladır. Üstelik bu bilinçlenme daha çok üniversite öğrencileri arasında görülmektedir.79
Aktüel dergisi ise 1999 yılında yabancı basına dayanarak hazırlanmış bir haberinde, Batılı araştırmacıların bundan yaklaşık 50 yıl sonra Avrupa'nın İslam'ın en önemli yayılma merkezlerinden biri olacağını bildirmektedir.80
Sosyolojik ve demografik araştırmaların işaret ettiği bu gelişmelerin yanı sıra unutulmaması gereken tarihi bir gerçek daha vardır. O da Avrupa'nın İslam ile yeni tanışmadığı, aslında İslam'ın Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olduğudur.
Avrupa ile İslam medeniyetleri, birbiri ile yakın ilişki içerisinde olmuş iki medeniyettir. Önce İber yarımadasında kurulmuş olan Endülüs Devleti, daha sonra Haçlı Seferleri ve Osmanlı'nın Balkanları fethi, Avrupa ve İslam toplumları arasında düzenli bir etkileşime neden olmuştur. Ortaçağ karanlığı içine gömülmüş olan Avrupa'daki gelişme ve ilerleme hareketlerinin asıl öncüsünün İslamiyet olduğu bugün pek çok tarihçi ve sosyolog tarafından da dile getirilmektedir. Tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda Avrupa'nın oldukça geri olduğunun bilindiği dönemlerde Müslümanların engin bir bilgi hazinesine ve gelişmiş imkanlara sahip oldukları bilinmektedir.
Avrupalıların, İslamiyet'in hayatlarında önemli bir yeri olacağının farkına vardıkları ilk olay Hz. Ömer'in Kudüs'ü fethidir. Bu gelişme ile birlikte Avrupa, ilk defa İslam'ın genişlediğinin ve kendi sınırlarına doğru ilerlediğinin farkına varmıştır. Bu fetihten dört yüzyıl sonra gerçekleştirilecek olan Haçlı Seferlerinin de ana gerekçelerinden birisi, Kudüs'ün Müslümanlardan geri alınabilmesidir. Bu amaçla yola çıkan Haçlılar, seferler sırasında çok önemli bir kazanç daha sağlamışlardır. Müslüman dünyası ile kurulan bu temas, Avrupa'da yeni bir dönemi başlatacak olan ilk gelişmedir. Karanlık, savaş ve kavgalarla dolu, despotizmin hakim olduğu Avrupa, Müslüman dünyasında çok ilerlemiş bir medeniyet ile tanıştı. Müslümanlar tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda olduğu kadar sosyal yaşamda da son derece medeni ve refah bir hayat sürmekteydiler. Bununla birlikte çoğulculuk, hoşgörü, uzlaşma, merhamet, fedakarlık gibi o dönemin Avrupası'nda pek rastlanmayan değerler tüm toplum tarafından dini sorumluluk duygusu ile yaşanan güzel ahlak özellikleri idi.
1859 tarihli 'Zeytindağı'ndan Kudüs'de Günbatımı' isimli tablo.
Hz. Ömer'in fethi ile Kudüs'te barış ve huzurun hakim olduğu
yepyeni bir dönem başladı. Tüm insanlığa örnek olam
bu ortamın temelini İslam ahlakı oluşturmakta idi.
Haçlı seferleri bir yandan devam ederken, Avrupa toplumları Müslümanlarla, Haçlı seferlerinin yapıldığı topraklardan çok daha yakın bir bölgede, kendi kıtalarının güneyinde birebir ilişki içindeydiler. İber yarımadasının Müslümanlar tarafından fethedilmesinin ardından bu topraklarda kurulan Endülüs devleti, 15. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa üzerinde büyük bir kültürel etki yaptı. Endülüs devletinin Avrupa üzerindeki etkisini inceleyen pek çok tarihçi, sosyal yapısı ve ulaşmış olduğu medeniyet seviyesi Avrupa toplumlarının çok ilerisinde olan bu devletin, Avrupa medeniyetinin gelişiminde en önemli faktörlerden birisi olduğu konusunda hemfikirdir. Ünlü İspanyol tarihçi Blasco Ibanez, Müslümanların İspanya'da inşa ettiği bu medeniyeti şu sözlerle dile getirmektedir:
İspanya'da yenilenme kuzeyden değil, Müslüman fatihler vasıtasıyla güneyden geldi. Bu gelişme bir fetih olmanın çok daha ötesinde bir medeniyet hamlesiydi. Bu sayede İspanya'da 8. ve 15. yüzyıllar arasında bütün Ortaçağ boyunca Avrupa'nın bilinen en zengin ve en parlak medeniyeti doğup gelişti. Bu dönemde kuzeydeki halklar din savaşları yüzünden parçalanmakta ve kana susamış vahşi (barbar) sürüler halinde hareket etmekte iken, Endülüs toplumu otuz milyonu aşmakta, o dönem için çok büyük olan bu nüfus yapısı içinde her ırk ve din grubu ahenk içinde hareket etmekte ve toplum çok canlı bir nabız atışı sergilemekteydi.81
İngiliz tarihçi John W. Draper ise Endülüs Müslümanlarının sahip oldukları medeniyeti şöyle anlatır:
700 sene sonrasında bile Londra'da bir tek sokak lambası bulunmazken... Sonraki uzun asırlar boyu Paris'teki evinin eşiğinden yağmurlu bir günde sokağa adımını atan bir Parisli ayak bileklerine kadar çamura batarken, aydınlık ve temiz sokaklarıyla Endülüs kentleri pek ileri ve gelişmiş bir görünüm arz ediyordu.82
1492 yılında Müslümanların elinde kalan son toprak olan Granada'nın (Gırnata) da kaybedilmesi ile Endülüs Devleti tamamen sona erdi. Ancak Avrupa bu defa da Balkanlar üzerinden gelen Müslümanlar ile karşı karşıyaydı. Osmanlı İmparatorluğu birbiri ardına gelen fetihler ile Balkanlarda ilerlemeye başlamış, bu arada Balkan halkları da gruplar halinde İslam'a dönmüşlerdi. Bu dönüş hiçbir zaman zorlama ve baskı yolu ile gerçekleştirilmemiş, Osmanlı'nın yaşattığı İslam ahlakı zaman içerisinde bu ahlaka şahit olanların kendi istekleri ile İslamiyet'i tercih etmelerini sağlamıştır. Osmanlı, Kuran ahlakının gereği olan adalet, eşitlik, hoşgörü ve merhamet üzerine bina ettiği medeniyeti ile 400 yıl boyunca Balkanlarda kalmıştır. Osmanlı'nın Balkanlarda kurduğu medeniyetin izleri bugün dahi ayaktadır. (Bu eserlerin büyük kısmı Bosna savaşı sırasında Sırp ordu birlikleri ve milisleri tarafından tahrip edilmiştir, ancak bu tarihi gerçekleri değiştirmez). Osmanlı'nın, hoşgörü, uzlaşma ve çoğulculuk üzerine kurduğu bu medeniyet, İslam'ı Avrupa'nın önemli bir parçası haline getirmiştir. Bugün de Avrupa Müslümanlarının oldukça büyük bölümü Balkanlar'da yaşamaktadır.
Avrupa medeniyetinin İslamiyet'ten çok şey öğrendiğini ve iki medeniyetin hep içiçe olduğunu dile getiren kişilerden birisi de Galler Prensi Charles'tır. Prens Charles, İslam medeniyetinin özelliklerini ve gerek Endülüsler gerekse Balkanlardaki Osmanlı tecrübesinin Avrupa'ya neler öğrettiğini şöyle açıklamaktadır:
... Diplomasi, serbest ticaret, açık sınır, akademik araştırma teknikleri, antropoloji, moda, alternatif tıp, hastaneler hep bu büyük kültürden (Endülüs) gelen şeyler. Ortaçağ, İslam o çağın koşullarına göre fazlası ile tolerans sahibiydi, Yahudiler ve Hıristiyanlar inançlarını diledikleri gibi yerine getirebiliyorlardı. Bu yönleri ile Müslümanlar, Hıristiyanların ancak yüzyıllar sonra uygulamaya geçirebilecekleri bir örnek teşkil ediyorlardı. Asıl şaşırtıcı olan, İslam'ın, önce İspanya'da daha sonra Balkanlar'da, ne kadar uzun zamandır Avrupa'nın bir parçası olduğunu, yani bizim büyük bir yanılgı ile Batı medeniyeti olarak adlandırdığımız medeniyetin üzerinde ne kadar büyük etkisi olduğunu görmektir. İslam, insanlık sahasının her alanında, bizim geçmişimizin ve bugünümüzün bir parçasıdır. Modern Avrupa'nın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bizim tarihi mirasımızdan ayrı bir şey değildir, mirasımızın bir parçasıdır. 83
Türkiye'de İslam ve Avrupa isimli kitabı ile tanınan İsveç büyükelçisi Ingmar Karlsson da Avrupa'da Endülüs döneminde Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudilerin birarada ve huzur içinde yaşadıklarını ve bu modelin örnek alınması gerektiğini söyleyen kişilerdendir.
Bosna'daki uluslararası gücün yüksek temsilcisi Wolfgang Petritsch de, 20 Kasım 2001'de The New York Times gazetesinde yayınlanan makalesinde, terörizme karşı yürütülen mücadelenin İslam'a yöneltilmemesi gerektiğini vurgularken, İslam'ın aslında Avrupa'nın bir parçası olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekmiştir. 'Islam is Part of The West, Too' (İslam da Batının Bir Parçası) adlı yazısında Petritsch bu tarihi gerçeği şöyle aktarmaktadır: "Biz ve ötekiler paradigmasının bir adım gerisine gidebilirsek, o zaman İslam'ın Avrupa medeniyetinin bir parçası olduğunu da hatırlayabiliriz."84 Bu tarihi gerçeğin hatırlanması, medeniyetler arası çatışma tezini provoke edenlerin oluşturmak istedikleri kaos ortamını da engelleyici bir unsur olacaktır. Unutulmamalıdır ki medeniyetler arasındaki farklılıklar birer çatışma unsuru değil, kurulacak diyalog sayesinde önemli birer ilerleme unsuru olacaktır.
Avrupalı Devlet Adamları ve İslam
İslam ile Hıristiyanlık arasında herhangi bir çatışmanın söz konusu olamayacağı ve İslam ile terörizmin hiçbir şekilde bağdaşmadığı Avrupalı liderlerin de önemle üzerinde durdukları bir konudur. Tıpkı ABD'de olduğu gibi, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda da devlet adamları ve siyasetin önde gelen isimleri, İslam'ı öven mesajlar vermekte ve Kuran ahlakına duydukları ilgiyi dile getirmektedirler. Bu isimlerin başında İngiltere Başbakanı Tony Blair gelmektedir.
Bugüne kadar üç defa Kuran'ı okuduğunu söyleyen Tony Blair'in İslam'a duyduğu ilgi, Türk basınında ilk defa zekat ile ilgili sözleriyle yer buldu. Ramazan Bayramı nedeni ile Müslümanlara verdiği davette, "Bizim toplumumuz da Müslümanlığın, bölüşümü ve paylaşımı emreden zekat anlayışından örnek almalı. Unutulmamalı ki günümüz dünyasının zor koşulları ancak bu güçlüklerin paylaşılmasıyla yenilebilir"85 diyen Blair, daha sonraki açıklamaları ile de Kuran ahlakına duyduğu hayranlığı sık sık dile getirdi.
29 Mart 2000 tarihinde ünlü televizyon kanalı BBC ise Blair'in Kuran'a olan hayranlığını "Blair: Koran Inspired Me" (Blair: Kuran Bana İlham Verdi) başlıklı haberi ile bildirmekteydi. İslam'ın çok barışcıl ve güzel bir din olduğunu, kendisine ait iki Kuran'ı olduğunu ve Kuran'ı okudukça ondan ilham aldığını söyleyen Blair sözlerine şöyle devam etmekteydi:
Kuran'ı okudum, çok açık bir kitap... insanlığa rehberlik eden sevgi ve beraberlik kavramlarını çok iyi açıklıyor.86
11 Eylül saldırıları gerçekleşmeden bir iki gün önce İngiliz The Mail on Sunday gazetesinde yer alan bir haberde ise eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın kızının kendisine Kuran hediye etmesi ile Kuran okumaya başladığını söyleyen Blair, Kuran'ın kendisine cesaret verdiğini aktarmaktaydı.87 Saldırılardan sonra el-Cezire televizyonunda yayınlanan bir röportajında Blair bir kez daha Kuran okuduğunu açıklıyor ve şunları söylüyordu:
Kuran'ı dilimize tercüme edilmiş hali ile okudum. İslam hakkında eserler de okuyorum ve bundan çok zevk alıyorum. Kuran hakkında daha önce bilmediğim ve Hıristiyanları da çok ilgilendirdiğini düşündüğüm pek çok şeyi öğrendim.88
Time dergisi ise Tony Blair ile ilgili bir makalede Blair'i, "uzun zamandır Kuran öğrencisi olan Tony Blair" olarak tanımlıyordu.89 Kuran'ı gayet iyi bilen Tony Blair, 11 Eylül saldırılarının olduğu ilk günden itibaren de, bu saldırıların İslam'la ve Müslümanlarla bir alakasının olmadığını çeşitli demeçlerinde vurguladı. Bu demeçlerinden birinde Tony Blair şöyle diyordu:
Nasıl ki 12. yüzyılda Haçlı Seferlerini düzenleyip katliamlar yapanların İncil'in öğretisi ile hiçbir alakası yoksa, Bin Ladin de Kuran'ın öğretilerine bağlı bir insan değildir. Batı İslam'ı görmezlikten gelmekten vazgeçmelidir. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar İbrahim'in çocuklarıdır ve bugün ortak noktalarımızı ve değerlerimizi anlamak için bu inançları biraraya getirme zamanıdır.90
Tony Blair gibi İslam'a ve Müslümanlara yakınlığı ile tanınan bir başka önemli isim de Prens Charles'tır. Prens Charles İslam'a duyduğu sempatiyi ilk olarak 1993 yılında Oxford'ta yaptığı bir konuşmada dile getirmiştir. Bu tarihten itibaren İngiltere'de yaşayan Müslümanlarla birebir ilişki içerisinde bulunan, Müslümanlar tarafından organize edilen pek çok toplantıya ve açılışa katılan Prens Charles, her fırsatta İslamiyet'e duyduğu hayranlığı dile getirmektedir. Prens Charles'ın 1996 yılında Wilton Park'da yaptığı konuşması, İslamiyet'e duyduğu sempatiyi ve bunun gerekçelerini en açık şekilde ifade ettiği konuşması olarak bilinir. Prens bu konuşmasında şu noktalar üzerinde durmuştur:
Bizler Batı'da kendi kökenimizi yeniden keşfedebilmek için İslami geleneğin doğanın yaratılışına karşı duyduğu derin saygıdan faydalanmalıyız. Modern materyalizm, dengesiz ve uzun vadeli sonuçları çok zarar verici bir ideolojidir... Ne var ki geçtiğimiz üç yüzyıl içinde, en azından Batı dünyasında dışımızdaki dünyayı algılayışımızı derinden etkileyen bir ayırım oluştu. Bilim üzerimizde katı bir hükümdarlık kurdu. Din ve bilim birbirinden iki ayrı şeymiş gibi gösterildi. Artık bunun tehlikeli sonuçlarını daha iyi görebiliyoruz... Bilim bize dünyanın bildiğimizden çok daha karmaşık olduğunu gösterdi. Ama bu modern, materyalist ve tek boyutlu yapısı ile pek çok şeyi açıklamaktan aciz kaldı... Bu bakış açısı (materyalist görüş) Müslümanlara tamamen ters bir bakış açısıydı. Müslüman bir sanatçı veya bilimadamı bir eser ortaya çıkardığında bunu kendi zekasının bir ürünü olarak görmez, bunu ancak Allah'a sunmak için yaptığını bilir. Kuran'dan okuyup çok etkilendiğim bir ayette 'Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü orasıdır' diye bildirilmesi sanırım bir anlamda buna işaret etmektedir... Birbirimizden öğreneceğimiz çok fazla şey var, bunun için ilk adım olarak İngiliz okullarında daha çok Müslüman öğretmeni görevlendirebiliriz. Dünyanın her yerinde insanlar İngilizce öğrenmek istiyorlar, ama burada bizim zihinlerimize olduğu kadar gönüllerimize de hitap edecek bir şeyler öğrenmeye ihtiyacımız var ve bunu Müslüman öğretmenler yapabilirler.91
Prens Charles, The Prince Foundation adlı vakfı aracılığı ile Müslümanların faydanalabilecekleri pek çok imkan hazırlamaktadır. 1993 yılında faaliyete geçen Oxford İslami Araştırmalar Merkezi, Prens'in sponsorluğunda kurulmuştur. Prens'in vakfına bağlı olarak faaliyet gösteren Geleneksel ve Görsel İslami Sanatlar bölümü ise İngiliz Müslümanların geleneklerini ve kültürlerini ayakta tutabilmeleri, Müslüman çocukların eğitim masraflarının karşılanması, ilahi dinler arasında diyalog kurulabilmesi için gerekli sosyolojik ve ekonomik imkanların sağlanması gibi çalışmalarda bulunmaktadır. Prens son olarak Londra'da kurulacak olan Müslüman Merkezi Projesi için bu bölüm aracılığı ile 10 milyon pound yardımda bulunmuştur.92
|
Sol üstte ise, Blair eşi ile birlikte el-Ezher Camisi'ni ziyaret ederken görülmektedir. |
BBC'de verilen 'Prens Ramazan Törenine Katıldı' başlıklı haberde, Prens'in Ramazan ayı nedeniyle Londra'nın doğusunda bulunan bir camiyi ve İslami okulları ziyaret ettiği bildirilmektedir. (üstte sağda) |
|
Prens, Müslüman gençlerin eğitimine de özel önem vermektedir. 2001 yılında ilk defa sarayda Müslümanları Ramazan Bayramı için kabul eden Prens Charles, davette özellikle bulunmalarını istediği Müslüman gençlere bu konudaki düşüncelerini şöyle aktarmıştır:
Müslüman gençlerin hassasiyeti ve hayal gücü çok önemli. Sizler olmasaydınız bizler çok sıradan ve tekdüze olurduk. Sizin varlığınızı bizim ülkemizin kültürüne ve çoğulculuğuna büyük bir farklılık getiren çok önemli bir unsur olarak görüyorum. Her zaman anlaşılması için uğraştığım bir şey var; bu derece sekülerleşen, materyalistleşen bir dünyada sizin gibi hala inancını koruyan, kendisinden üstün bir varlığa iman eden kişilerin olması üzerinde durulması ve takdir edilmesi gereken bir durumdur.93
Bu davet sırasında bir saatten uzun bir süre gençlerle sohbet eden Prens, onlara, eğitimleri, meslekleri ve dinlerini yaşamakta herhangi bir zorlukla karşılaşıp karşılaşmadıkları gibi konularda sorular sormuş, Müslüman gençlerin ihtiyaçları ile tek tek ilgilenmiştir. Prens'in özellikle merak ettiği konular arasında, 'gençlerin Kuran'ın ruhunu iyi kavrayıp kavramadıkları', 'Kuran'ı baştan sona kadar okuyup okumadıkları', 'Ramazan ayı boyunca okullarında herhangi bir zorlukla karşılaşıp karşılaşmadıkları', 'iftar için okullarında verilen yemeklerden memnun olup olmadıkları' gibi konular bulunmaktadır.94
Şüphesiz gerek Prens Charles'ın gerekse Tony Blair'in İslam'a olan bu yaklaşımları son derece önemlidir. Uzun yıllardır bazı Batılı çevreler tarafından İslam hakkında oluşturulmaya çalışılan yanlış kanaatin ortadan kaldırılması için önde gelen devlet adamlarının bu konudaki düşüncelerinin değişmesi önemli bir adımdır. Yönetenlerin İslam ahlakının güzelliğini ve üstünlüğünü fark ettikleri bir toplumda, İslam'a yönelişin de daha fazla olacağı, o toplumda yaşayan Müslümanların çok daha rahat bir yaşam sürecekleri açıktır. Bu nedenle önde gelen kişilerin İslam'ı doğru tanımalarını sağlamak çok önemli bir sorumluluktur. İslam'ı ve Kuran ahlakını tanıyan bir kişi, konumu ne olursa olsun, muhakkak edindiği bu bilginin üzerinde bıraktığı etkiyi çevresindeki insanlarla paylaşacaktır. Eğer bu kişi bir toplumda yönetici veya lider konumundaysa, o zaman kendisi ile birlikte yönettiği ve hitap ettiği kitle de bu etkiden faydalanacaktır.
Bu nedenle bu açıklamaları okurken bu gelişmelerdeki olağanüstülüğün farkına varmak gerekir. Bugün Batı dünyasında bu yüzyıla kadar örneği görülmemiş bir şekilde İslam'a yakınlaşma söz konusudur. Kuşkusuz bu durum Allah'ın varlığını ve birliğini delilleri ile anlatmaya, yeryüzünde hakim olan materyalist ideolojileri fikren mağlup etmeye, hak dini insanlara ulaştırmaya çaba gösteren Müslümanlar için büyük bir müjdedir. Bu müjdenin tüm Müslümanlara ulaşması da iman edenlerin üzerindeki bir başka sorumluluktur.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi yönetenlerin İslam'a duydukları sempati, halkın da İslam'a yaklaşımını doğrudan etkilemektedir. Bu durumun göstergelerinden birisi de son yıllarda Avrupa'da din değiştirip İslam'a dönenlerin sayısının artmasıdır. Yapılan araştırmalar İslam'a dönenlerin, zaman zaman iddia edildiği gibi, eğitimsiz kişiler değil tam tersine çoğunlukla üniversite eğitimi almış ve kariyer sahibi kişiler olduklarını göstermektedir.
30 Aralık 2001 tarihli sayısında özellikle İngiltere'de İslam'a dönüş yapanları konu edinen The Daily Telegraph gazetesinin, sonradan Müslüman olan kişilerle yaptığı röportajlarda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Bu kişilerin önemli bir kısmı statü sahibi, iyi bir aile çevresine sahip, İslam'ı iyice araştırıp öğrendikten sonra din olarak seçen insanlardır. Örneğin eski İngiliz hükümetinde Sağlık Bakanlığı yapmış olan Frank Dobson'ın oğlu Joe Ahmet Dobson, Kuran'ı bir arkadaşının kendisine hediye etmesi ile 16 yaşındayken okuduğunu ve aklındaki soruların tüm cevaplarını bulduğunu söylemektedir. 23 yaşına geldiğinde resmi olarak İslam'ı kabul ettiğini açıklayan ve bugün 26 yaşında olan Joe Dobson, ailesinin de bu kararında kendisini desteklediğini anlatmaktadır. Habere göre, Dobson'ın babası her Noelde kendisine hediye olarak İslami kitaplar almaktadır. İngiltere'de son dönemlerde İslam'a dönenler arasında, BBC eski genel müdürü John Birt'in oğlu, ünlü hakimlerden Lord Justice Scott'ın kızı gibi önde gelen çevrelerden insanlar bulunmaktadır. Son yirmi yıl içinde 20 bin kişinin İslam'a döndüğü tahmin edilen İngiltere'de, 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi İslam'a yöneliş daha da hızlanmıştır. Manchester Camisi'nin verdiği bilgilere göre 11 Eylül'ü takip eden ilk haftalarda sadece kendi camilerinde 16 kişi İslam'ı kabul etmiştir. İslam'a dönenlerle ilgili yapılan araştırmalarda dikkat çeken bir nokta da, İslam'a dönüşün daha çok kadınlar arasında görülüyor olmasıdır. Amerika'da İslamiyet'e dönen her dört kişiden biri, İngiltere'de ise her iki kişiden biri kadındır.95
İngiltere'de Müslümanlar
|
İslam'ın hızla yükseldiği Avrupa ülkelerinden birisi de Danimarka'dır. Danimarka'da devletin resmi dini olan Protestanlıktan sonra Müslümanlık gelmektedir, ülkedeki Katoliklerin sayısı ise Müslümanlardan daha azdır. 5.5 milyon insanın yaşadığı Danimarka'da nüfusun yaklaşık %3'ünü Müslümanlar oluşturmaktadır.96 Yoğun göçlerin Müslümanların sayısındaki artışa doğrudan etkisi vardır. "Danimarka'nın Geleceği: Her İki Kişiden Biri Müslüman" haberleri ile bu yükseliş Danimarka basını tarafından da ele alınmıştır. Danimarka'da yaşayan ünlü sosyolog Eyvind Vesselbo yaptığı araştırma neticesinde, yakın gelecekte Danimarka nüfusunun yarısının Müslüman olacağını açıklamıştır.97
Medyada Yer Alan İslam İle İlgili Haberler
Batı basınında son zamanlarda İslam'ı tanıtmak için hazırlanan objektif haberler de oldukça dikkat çekmektedir. Özellikle 11 Eylül'deki terörist saldırılardan sonra bu konuda gözle görülür bir gelişme olmuştur. Saldırılar halkın İslam'ı merak etmesine ve doğru bilgi arayışı içine girmesine aracı olmuş, medya bu talebi karşılayabilmek için çeşitli haberler ve programlar hazırlamıştır. Başta BBC olmak üzere pek çok televizyon kanalı İslam'ı anlatan belgeseller yayınlamış, özel konukların davet edildiği sohbet programları düzenlemiş, İslam'ı anlatan dizi programlar organize etmiştir. Yine pek çok televizyon kanalı internetteki sayfalarına İslam'ı anlatan özel bölümler eklemişlerdir. Bu sayfalarda İslam'ın temel şartları, İslam tarihi, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri ve Kuran ayetleri yer almakta, okuyucular istedikleri takdirde daha kapsamlı bilgi veren sitelere yönlendirilmektedir.
Bununla birlikte pek çok dergi ve gazetede de İslam'ı anlatan ve kamuoyunun merak ettiği sorulara cevap teşkil edebilecek yazılara yer verilmiştir. Bu yazılardan birisi de, 1 Ekim 2001 tarihinde Time dergisinde yayınlanan 'True, Peaceful Face of Islam' (İslam'ın Barışsever Gerçek Yüzü) başlıklı makaledir. Ünlü İngiliz teolog Karen Armstrong tarafından kaleme alınan makalede özetle şu bilgilere yer verilmektedir:
Arapça 'teslim olmak' kökünden gelen İslam, barış ve güvenlikle eş anlamlıdır. 7. yüzyılın başlarında Kendisine Kuran vahyedildiği zaman Muhammed Peygamber (sav)'in en önemli görevlerinden birisi geçtiğimiz günlerde Washington ve New York'ta şahit olduğumuz türden toplu katliamları ve şiddeti tamamen ortadan kaldırmaktı. Kuran'da izin verilen tek savaş savunma amaçlı savaştır. Müslümanlar savaşı kendileri başlatamazlar (Bakara Suresi, 190). Savaş kötü bir şeydir, ancak Müslümanlar zaman zaman baskılarla karşı karşıya geldiklerinde savaşmak zorunda kalabilirler. Kuran'da Tevrat'ta yer alan, 'göze göz, dişe diş' ayeti geçmektedir, ancak ayetin sonunda tıpkı İncil'de olduğu gibi bağışlamanın daha hayırlı olduğu bildirilmektedir (Maide Suresi, 45). İslam savaşa bağımlı değildir... Üstelik cihad 'kutsal savaş' anlamına gelmez, 'çaba göstermek' anlamı taşır. İslam dini insanlar üzerinde zorlama getirmez, Kuran'da ' (Bakara Suresi, 256) açıkça belirtilmiştir. Ve Müslümanlar Yahudileri ve Hıristiyanları 'Ehl-i Kitap' olarak görürler ve inançlarına saygı duyarlar (Ankebut Suresi, 46). Hz. Muhammed (sav)'e indirilen bir başka ayette ise, 'Ey insanlar, biz sizi birbirinizle tanışmanız için eşler ve topluluklar olarak yarattık' (Hucurat Suresi, 13) şeklinde bildirilmiştir. Yani farklılıkların amacı, işgal etmek, zorla dininden çevirmek, katletmek veya şiddet uygulamak değil, uzlaşma ve hoşgörü ile diyalog kurmaktır.98
|
Fransa'da İslam |
İsveç'te İslam'ın Resmi Olarak Tanınan Bir Din Olması İçin |
Der Spiegel İslam'ın Yükselişini Kapak Konusu Yaptı |
Televizyonlar İslam'ı Anlatan Belgeseller Yayınlıyorlar |
Alman Cumhurbaşkanı'nın Cami Ziyareti |
|
Belçika'da Yükselen İslam |
İtalyan Büyükelçisi Müslüman Oldu İtalya'nın Suudi Arabistan büyükelçisinin Müslüman olduğu birkaç ay önce basına yansıyan önemli haberlerdendi. Aslında, İtalya'nın ünlü diplomatlarından Torquato Cardilli Müslüman olan ikinci büyükelçiydi. Kendisinden önce Büyükelçi Mario Scialoja da İslamiyet'e girmişti. Roma'nın Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi iken Müslüman olan Scialoja, bundan sonra Suudi Arabistan büyükelçisi olarak atanmıştı. Torquato Cardilli ise uzun yıllardır Müslüman ülkelerde görev yapan bir diplomattı. Cardilli'nin İslamiyet'e dönmesi İtalya'da İslam'ın yükselişini bir kez daha gündeme getirdi. Yaklaşık bir milyon Müslümanın yaşadığı İtalya'da son iki üç yıldır da 5 bin kişinin İslamiyet'e döndüğü tahmin edilmektedir.102 |
Berlusconi Müslümanlardan Özür Diledi
11 Eylül sonrası Müslümanlar aleyhinde yaptığı açıklamalarla dikkat çeken İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, bu açıklamasından kısa bir süre sonra özür diledi. 26 Eylül'de yaptığı konuşmasında, Batı kültürünün İslam kültüründen her zaman üstün olduğunu ve Müslümanların Batının bir parçası haline gelmelerinin mümkün olmadığını söyleyen Berlusconni bu sözlerinin ardından başta Avrupa Birliği devletlerinin yöneticileri olmak üzere pek çok kesimden ağır eleştiriler aldı. Bunun üzerine açıklamasından bir gün sonra, 'sözlerinin yanlış anlaşıldığını, Müslüman dostlarını hiçbir zaman üzmek istemediğini' söyledi. 1 Ekim günü ise ülkesinde görev yapan Müslüman ülkelerin büyükelçilerini konutuna davet ederek özel bir görüşme yaptı. Hükümet tarafından yayınlanan basın açıklamasında Başbakanın bu görüşmeyi İslam'a duyduğu saygıyı dile getirmek için bir fırsat olarak değerlendirdiği belirtildi. Basın açıklamasında Berlusconni'nin şu sözlerine de yer verilmekteydi: 'Bir milyar insanın inandığı İslam, barışı emreden, insan haklarına saygılı, milletler arasında hoşgörü ve uzlaşmanın olması gerektiğini söyleyen, insanlığa çok önemli değerler kazandıran büyük bir dindir.'103 |
Danimarka'da İslam |
Avrupa'da Eğitim Sisteminde İslam |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder